karadeniz bölgesi türküleri ve hikayeleri

Hıdırnebi yayla şenliğinde kemençe eşliğinde yöre türküleri söyleyen bir kemençe üstadı. 4. Yayla Şenliklerinin Yapısal ve İşlevsel Özellikleri. Doğu Karadeniz’in çeşitli yörelerinde değişik tarihlerde yayla şenlikleri düzenlenmekle birlikte, şenlikler genellikle Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştirilmektedir. Alfabetikolarak 35 kayıttan oluşan Karadeniz türküleri listelenmektedir. 16 Nisan 2002 tarihinden beri yayındayız Site De Rencontre Gratuit Dans Le Monde Entier. M. Kemal AYÇİÇEK – 24 Haziran 2010 Dışarıdan bakıldığında “harika” bir yerdir Karadeniz Bölgesi…Öyledir de aslında.. Yeşilin 40 tonunu görmeniz mümkündür çünkü.. Gürül gürül akan derelerinin çevresine saçtığı hayat, bir başka bölgelerde çok sıkça görülemeyecek manzaraları da oluşturur.. Fotoğraflara bakıldığında her an “ahh” çekersiniz, “ne güzel bir yer, ne müthiş bir doğa” diye iç geçirirsiniz.. Elbette haklısınızdır, bu tarz bakışınızda ama.. işte aması var.. Karadeniz Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi’nden sonra en fazla göç veren bir bölgedir. Yani; Bu müthiş manzaralar, bu müthiş Doğal güzellikler “karın doyurmuyor”..karınlar doymayınca da “göç” etmekten başka çaresi kalmıyor bölge insanının..belki daha iyi yaşam hayalleri, binlerce insanı söktü aldı doğduğu topraklardan.. Evet, “insan doğduğu değil doyduğu yere gider” de yaşam, sadece “doymak”la mı sınırlıdır?! Gelin Karadeniz bölgesine, ama gürültüsüz, habersiz, sessizce bir gezin bakalım.. o hayal dünyanızda oluşan veya oluşturduğunuz aynı duyguları yakalayabilecek mi siniz?.. Kapısı, bacası kilitli, penceleri kapalı, duvarları yıkılmış, çatıları çökmüş, kiremitleri yosun bağlamış Karadeniz evlerini gördükten sonra..kimi inşaatı yarım kalmış, kimi zaten ufacık olan ahşap evinin veya dükkanının kilidini vurmuş, sönmüş ocaklar az değildir Karadeniz bölgesinde..Evet, karadenizin bu yüzünü pek göstermeyiz, aslında bizlerde pek görmek istemeyiz, hep birer bahaneler bulur, onları geçiştiririz sohbetlerimiz de ve yazılarımız da ama iş öyle değil.. Artık, bu güzel memleketin bir de o görülmeyen, göstermediğimiz yüzünü de göstermenin zamanıdır artık. Allah’ın bildiğini kullardan esirgemenin alemi yok sanırım. Karadeniz bölgesi’nden gurbete gidenlerden önceleri ölenlerin cenazeleri gelirdi en azından, babaocağıdır deyi memleketlerinde toprağa verilirdi. Şimdi artık o cenazeler de gelmez oldu. Nesil değiştikçe, yeni kuşak gurbetlilerin karadenize bakışı belki değiştirir oldu bu geleneği, hayattayken en azından yaz mevsimlerinde sil-i rahim yapan yaşlı ve orta kuşak, ister istemez yeni kuşağın esiri! olmuş ve artık o eski alışkanlıklarını bile yapamaz hale gelmişler. “nasılsa öldü, nerden bilecek nerde yattığını, gömelim Zincirlikuyu’ya gitsin” mantığı, yeni kuşak nesile hakim olmuş belki de.. Karadeniz Bölgesi, yıllardan beri göç verdi, hala veriyor. Tüten ocaklar, birer birer sönüyor ve bacalar tütmüyor. “Baba ocağının tüttürülmesi” geleneği unutuldu artık. Bir yandan ekonomik sıkıntılar, belki bir yandan da iş-güc’ten geri kalmama, daha fazlasını bulma, az ile yetinmeme veya aza kanaat etmeme mantalitesine teslimiyet, baba ocaklarının sönmesine yol açtı..Gurbetteki Karadenizliler bile artık, belki birkaç yılda bir geldikleri bölgede çektikleri videolar ve dijital fotoğraf makinalarıyla çektikleri fotoğraflarla, bölgeye gelmeden hasret giderme kolaylığına saplandılar. Onlar bile, “çekin bizim evin de fotoğrafını atın internete” kolaycılığındaki taleplerde bulunabiliyorlar artık..Bin bir emekle yapılan binalar, evler, onca anının, öykünün yaşandığı yapılar,şimdiler de birer birer viraneye dönüyor. Karadeniz, İstanbul’a göçmüş Doğu Karadeniz Bölgesi illerinden en fazla göç İstanbul’a olurken, ikinci sırada göç edilen il Ankara ve üçüncü sırada da göç edilen il Kocaeli olmuş. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi veri tabanına göre en az göç edilen il ise Kilis olarak gösteriliyor. İstanbul’a en fazla göç eden illerin başında 480 bin 614 kişi ile Ordu, 474 bin 313 kişi ile Giresun,368 bin 27 kişi ile Trabzon, 286 bin 302 kişi ile Rize, 134 bin 85 kişi ile Gümüşhane ve 79 bin 462 kişi ile de Artvin sıralanıyor. Trabzon’dan en fazla göç edilen ikinci il 49 bin 952 kişi, Kocaeli, üçüncü olarak ta 46 bin 17 kişi ile Ankara’ya göç olmuş. Rize’den ikinci olarak 35 bin 165 kişi ile Ankara, üçüncü olarak ta 20 bin 132 kişi İzmir’i tercih etmiş. Artvin’den göç edilen ikinci il 60 bin 789 kişi ile Bursa, üçüncü olarak 30 bin 900 kişi ile Ankara ya göç verilmiş. Giresun’dan ikinci tercih 48 bin 804 kişi ile Kocaeli, üçüncü olarak gidilen il ise 32 bin 36 kişi ile Bursa olmuş. Ordu’dan ikinci olarak 52 bin 368 kişi ile Ankara,39 bin 601 kişi ile Samsun’a göç üçüncü sırada yer almış. Gümüşhane’den ikinci sırada göç edilen il 33 bin 450 kişi ile Kocaeli, 31 bin 86 kişi ile de üçüncü sırada göç edilen il Ankara olmuş. Karadeniz’den en az göç verilen il ise Kilis olmuş. Kilis’e, Gümüşhane’den 6, Rize’den 22,Artvin’den 23, Giresun’dan 35, Ordu’dan 42 ve Trabzon’dan da 61 kişi göç Trabzon, Artvin, Gümüşhane, Giresun, Ordu, Rize’den 5 milyon 455 bin 491 kişiden 3 milyon 168 bin 692 kişi’nin 1 milyon 822 bin 803’ü İstanbul’a, 215 bin 600’ü Ankara’ya, 203 bin 670’i de Kocaeli’ne, 189’u da Kilis’e göç etmiş olarak gözüküyor. Resmi kaynaklarda, hazırlanan raporlarda Karadeniz bölgesi, şu bilgilerle özetlenebiliyor; “Dışarıya net göç veren bir bölge olması Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı DOĞU KARADENİZ BÖLGESEL GELİŞME PLANI DOKAP Nihai rapor’dan "DOKAP bölgesinde 1990-97 yılları arasında nüfusta yıllık yüzde 0, bir oranla kişiden fazla bir nüfus kaybı olmuştur. Nüfusun doğal artışı da göz önüne alındığında, nüfus kayıplarının veya dışarıya net göçün, yukarıdaki rakamların gösterdiğinden çok daha büyük olduğu söylenebilir. 1990 nüfus sayımına göre, 1985-90 arasındaki dönemde, DOKAP bölgesindeki tüm illerden dışarıya göç olduğu belirlenmiş ve yıllık ortalama net dış göç oranlarının yüzde 1,10 Ordu ile yüzde 2,41 Bayburt arasında değiştiği tespit edilmiştir. Bu dönemde, DOKAP nüfusu yılda sadece yüzde 0,17 oranında artmıştır. Bu da yıllık dış göç oranının yaklaşık yüzde 1,5 olduğunu göstermektedir. Tek ürüne bağımlı tarımsal yapı DOKAP bölgesi ekonomisi ve özellikle tarım sektörü büyük ölçüde iki önemli ürüne; çay ve fındığa dayanır. Bölge, 1996 verilerine göre hektar büyüklüğündeki çay arazisi ile Türkiye’nin tek çay üreticisi konumundadır. Yine aynı yılın verilerine göre; hektar büyüklüğünde bir alana yayılan 162,8 milyon adet fındık ağacı, bölgedeki toplam 167,9 milyon adet meyve ağacının yüzde 97’sini oluşturur. 1996 yılında toplam hektar olan tarım arazisi içinde bu iki ürünün payı yaklaşık yüzde 60’dır. Geri kalanını ise tahıllar yaklaşık yüzde 30, baklagiller, yem bitkileri, yumru bitkiler, bazı endüstri bitkileri ve sebzeler iki yöresel ürünün ve bunların yan ürünlerinin üretim, işleme ve pazarlaması devlet girişimleri tarafından yapılmaktadır. Bu durum tarıma dayalı sanayilerin ve tarımla bağlantılı faaliyetlerin gelişmesini büyük ölçüde sınırlamaktadır. Bölgede yetiştirilen diğer ürünler ise, genelde doğrudan tüketilen ve işlemeye uygun olmayan ürünlerdir. Bölge içinde gözlenen büyük eşitsizlikler DOKAP bölgesi içinde büyük eşitsizlikler söz konusudur. Bu durumun temel nedeni, zor coğrafi koşullar ile birlikte; su, temel tarım arazisi ve maden yatakları gibi doğal kaynakların homojen olmayan bir şekilde dağılmış illeri arasındaki eşitsizlikler Tablo karşılaştırmalı olarak bölgesi, ilkokullarda bir öğretmene düşen öğrenci sayısı bakımından Türkiye ortalamasının üstündedir. Ulusal karayollarının yoğunluğu, kırsal bölgelerdeki içme suyu hizmetleri ve her kişiye düşen hastane yatağı göstergeleri açısından ise Türkiye ortalamalarına yakın seviyelerdedir. Ancak, kişi başına düşen GSBH, kişi başına elektrik tüketimi, her kişiye düşen doktor sayısı ve orta öğrenimden sonra okullara kayıt oranı gibi, bölgenin Türkiye ortalamasının altında kaldığı göstergelerde bazı illerde ortalamaların özellikle çok düşük olduğu görülmektedir. Bazı illerde, ilin kendi içinde de büyük eşitsizlikler gözlenmektedir. Örneğin, Artvin ili, büyük ölçekli bakır madenciliği ve işleme faaliyetleri sayesinde bölgedeki en yüksek GSBH’ye sahiptir. Ayrıca kişi başına düşen özel otomobil sayısı en yüksek olan ili genelinin bu özelliklerine karşılık köyler için bunları söylemek mümkün değildir. Kırsal alanlarının çoğunda tarım faaliyetlerinin verimliliği düşüktür. Kırsal yolların yoğunluğu bakımından DOKAP bölgesinde sondan ikinci sırada yer almaktadır. Kırsal bölgelerdeki su hizmetlerinden yararlanan nüfus ortalaması bu ilde en düşüktür. Giresun ilinde kentsel ve kırsal alanlar arasındaki eşitsizlikler, komşu iller olan Trabzon ve Ordu’ya göre daha fazladır. İl, Giresun dağları tarafından kuzey ve güney olarak ikiye ayrılmıştır. Önemli kent merkezleri kıyı boyunda görülür ve iç bölgeler göreli olarak daha az gelişmiştir. DOKAP Bölgesindeki Mekansal Yapı Bir bölgenin mekansal yapısı, başta ulaşım olmak üzere, yerleşmelerin dağılımı, arazi kullanım deseni ve çeşitli altyapı olanaklarının dağılımı ile belirlenir. DOKAP bölgesinin gelişimini engelleyen mekansal yapısının en önemli özellikleri sert topoğrafik koşullar ve gelişmemiş ana ulaşım ağıdır. Bunun nedeni sert topoğrafik yapının toprağın tarımsal amaçlı kullanımını sınırlaması, bu doğrultuda şekillenen arazi kullanımının ve yerleşme yapısının ise ulaşım ağının gelişmesine engel olmasıdır. Sert Topoğrafya DOKAP bölgesinin topoğrafik yapısı, yer yer metreyi aşan dağlık alanlar ile yüksek tarım potansiyeline sahip sınırlı ölçüdeki düzlük arazilerle şekillenmiştir. Genellikle dağların kuzey eteklerinden akan pek çok nehrin boyları kısadır ve yatakları çok meyillidir. Alüvyonlu ova oluşumlarının sayısı oldukça azdır. Büyük kentsel merkezlerin olmaması DOKAP bölgesinde, 1997 verilerine göre kişilik nüfusa sahip olan Trabzon dışında büyük bir şehir merkezi yoktur. Trabzon, Türkiye’nin doğusundaki en büyük on kent merkezi arasında yer almaktadır. Ancak Türkiye’nin kentsel kademelenmesinde üçüncü derece merkez olarak görünmektedir. Trabzon’un kentsel yapı üzerinde hakimiyeti sınırlı olup nüfusu DOKAP bölgesi toplamının sadece yüzde 13’ünü oluşturmaktadır. Dağınık kırsal yerleşme deseni DOKAP bölgesindeki kırsal yerleşmeler büyük bir alana dağılmışlardır. 1997 verilerine göre bölgede adet köy bulunmaktadır. Aynı yıl için olan kırsal nüfus köy sayısına bölünecek olursa, ortalama köy nüfusu sadece 551 olarak tespit edilir. Bu ortalama nüfus, Ordu ve Trabzon’da görece yüksek 883 ve 863, Gümüşhane 275 ve Bayburt’ta 308 ise daha düşüktür. Bu dağınık yerleşim yapısı, sosyal hizmetlerin ulaştırılmasının pahalı olmasına ve yetersiz kalmasına neden olmaktadır. Bu durum, ilkokullara kayıt oranlarının düşük olmasında ve kırsal alandaki su temini hizmetlerinin yetersizliğinde daha da ön plana çıkmaktadır. Bu yapının neden olduğu kırdan kente göç sorunları daha da artırmaktadır. DOKAP Bölgesi Kaynak Kapasitesi Farklı kaynaklardan alınan verilerde küçük farklılıklar olmasına karşın Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden elde edilen bilgilere göre tarım arazileri toplam DOKAP alanının yüzde 28’ini oluşturmaktadır. Tarım arazisinin yüzde özel ürünler olan çay ve fındık yetiştirilirken, sulu tarım yapılan alanların payı sadece yüzde 8’dir. DOKAP bölgesindeki ormanlık araziler, tüm bölgenin yüzde 42’sini kaplar. Bu açıdan en zengin il Artvin’dir. Artvin toplam orman alanının yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan hektar büyüklüğünde ormanlık araziye sahiptir. Bayburt’ta ise sadece hektar ormanlık arazi vardır. Bu değer DOKAP bölgesindeki orman alanının yüzde 1’inden de düşüktür. Yerleşme alanları ise DOKAP bölgesinin yalnızca yüzde 0, kaplamaktadır. DOKAP bölgesinde, 14 ayrı toprak grubu yer almaktadır. Ancak bölgede kırmızı-sarı podzolik toprak, gri-kahverengi podzolik toprak, kahverengi orman toprağı, kireçsiz kahverengi orman toprağı, kahverengi toprak ve yüksek dağ toprağı baskındır. DOKAP bölgesinde tarım işletmelerinin ortalama büyüklüğü 2,5 hektar olup, bu değer ülke ortalaması olan 5,9 oldukça küçüktür. Ortalama tarım arazisi büyüklüğü en küçük olan il 1,7 hektar ile Artvin’dir. Bu ili 1,8 hektar ile Rize ve 2,1 hektar ile Trabzon izler. Sadece Bayburt ili, 7,4 hektarlık bir ortalama ile Türkiye genelini geçmektedir.” Güncelleme Tarihi 04 Ocak 2019, 2156 Türkü yakıcıları veya âşıklar tarafından ortaya türküler, kişilerin duygu ve düşünce dünyasının, inancının, durumunun heyecan ve arzularının ürünleridir. Doğuşları önemli olduğu kadar, yaşamları da önemlidir. Yüzyıllar ötesinden verdiği mesajlarla bir bakıma geçmişle aramızda köprü kurma fonksiyonunu da icra ederler. Yaşama güçleri ezgilerine, teknik yapılarına ve muhtevalarındaki anlatımlara bağlıdır. Bir başka deyişle, sözlü ürünün günümüze kadar gelebilmesi için, eserdeki sözlerin kuvvetli, bunu ortaya koyanın olayı ve durumu ele alış tarzında tasvirlerde, benzetmelerde ve söz oyunlarında başarılı olması gerekir. Bunun yanında söylenen ezgi, kalbin derinliklerinde etki bırakacak tarzda olmalı ve eldeki metni beğenip nesilden nesile ulaştıracak tabii bir çevre bulunmalıdır. Gerçekten de söz, metni ortaya koyan sanatçı, musiki ve dinleyici çevre gibi faktörlerinin var oluşu, kuvvetli veya zayıf oluşu yöredeki türkü geleneğinin gücünü de belirler. Meseleye bu açıdan bakarsak, Trabzon’da türkü geleneğinin bütün canlılığıyla var olduğunu söyleyebiliriz. Pek çok alanda olduğu gibi, türkü alanında da zengin ve renkli cephesiyle dikkati çeken Trabzon yöresini türküler cephesiyle incelemeyi kayda değer gördük ve bu çalışmayı gerçekleştirdik. Çalışmamızda hareket noktamız, TRT Repertuarındaki türküler oldu. Repertuarda Trabzon’a ait 62 türkü metni ve notası yer almaktadır. Repertuardaki türkülerin Trabzon’daki yörelere göre dağılımı şöyledir. Merkez 34, Maçka 15, Beşikdüzü 5, Akçaabat 4, Vakfıkebir 2, Sürmene 1, Tonya 1 türkü. Türkülerin derlenmesinde ve notaya alınmasında pek çok kişinin emeği geçmiştir. Bunlardan başta Muzaffer Sarısözen olmak üzere Ahmet Yamacı, Yücel Paşmakçı, Cemile Cevher, Erkan Sürmen, Volkan Konak, Kasım Gürsoy, Hüseyin Dilaver, Ateş Köyoğlu ve İbrahim Can gibi isimler repertuara birden fazla türkü kazandırarak kültürümüze büyük bir hizmette bulunmuşlardır. Türküler, anonim halk şiiri içinde yapılarına, konularına ve ezgilerine göre olmak üzere üç cephede kendilerini de Trabzon türkülerine yaklaşımımız bu tarzda olacaktır. I. Yapılarına göre türküler Bilindiği gibi türküler, bentler halinde vücuda getirilirler. Ölçü olarak da yedi, sekiz ve on bir hece ile söylenirler. On dört, on beş ve on altı heceli olanları varsa da azdır. Bu bakımdan Trabzon türkülerini, yapılarına göre incelerken, bentlerine ve hecelerine göre olmak üzere iki cephede ele alacağız. A. Bentlerine göre türküler Anadolu’nun pek çok yerinde türküler ikilik, üçlük ve dörtlüklerden oluşan bentlerle vücuda getirilir. Ancak, Trabzon türkülerinde dikkati çeken taraf tamamının dörtlüklerle söylenmesidir. Bunların çoğunluğu, müstakil şiirler olarak addettiğimiz manilerden bir kısmı da koşma tarzında ortaya konulmuş manzumelerden oluşur. Bazı türkülere getirilen canım can da gel gel aman, ey aman aman aman yarim aman aman, ey amman ey, of of, oy, vay vay sürmelim vay gibi nidalar veya bazı nakarat sözler bendin yapısını bozacak hüviyette değildir. Bu nidalar dizelerin başında, sonlarında, aralarında veya bentlerin sonunda yer alırlar. Onlar da kendi aralarında çeşitlilik gösterirler. Bu çerçevede türküleri şöyle gruplandırabiliriz 1. Bentleri mani olan türküler Trabzon yöresi ülkemizde, atma türküleriyle meşhur bir yöredir. Atma türküler, abcb tarzında kafiye sistemine sahip manilerden oluşur. Yedi hecelidirler. Kafiye sisteminin bu şekilde olmasının sebebi ise, 1. ve 2. dizenin bir kişi, 3. ve 4. dizenin de başka bir kişi tarafından söylenmesine dayanır. 2. ve 4. dizelerin aynı kafiyeye de olması esastır. Her ne kadar ifade ettiğimiz şekilde yani abcb kafiye düzenindeki manilerle oluşturulan türküler çoğunlukta ise de Trabzon türkülerinde, maninin klasik kafiye düzenine yani aaba tarzına sahip manilerle de söylenmiş bentlere rastlamamız da mümkündür. Bentleri mani olan türkülerin çoğunda bağlantı yoktur. Bir kısmı da bağlantılarla vücuda getirilmiştir. Aralarındaki farkı şöyle izah edebiliriz a. Sadece manilerden oluşan türküler Manilerin artarda getirilmesiyle oluşturulmuş türkülerdir. Yukarıda belirttiğimiz gibi çoğunluğu; abcb, bir kısmı da aaba kafiye düzenindedirler. İçlerinde düzensiz kafiye sistemine sahip olanları çok azdır. Bentlerden birisi sekiz No. 2599, diğerlerinin tamamı yedi hecelidir. b. Bentlere bağlantı getirilen türküler İncelediğimiz türkülerin on bir tanesi bu tarzda söylenmiştir. Bu türkülerde bentler mani olmakla beraber bağlantılar da yine manidir. Sadece bir türküde bağlantı olarak mani değil de iki dize getirilmiştir No. 382. c. Karşılıklı türküler Bunlara atma türkü ya da atışma türküler de denilir. Trabzon’da bir kişinin karşısındaki kişi veya kişilere türkü söylemesine türkü atma, bunu söyleyene türkücü, karşılıklı türkü söylemeye atışma, hitap veya telmih şeklinde olup karşılık beklenmeyen türkülere de takma türkü denir. Şenel, 1994, 157-158 Doğu Karadeniz Bölgesi’nde karşımıza çıkan ve yörelere göre kesme türkü, karşı-beri, karşılama ve kovalama gibi adlarla da bilinen atma türküler özellikle düğün, yedi düğün ertesi, ternek / vartivor yayla eğlenceleri, bayramlar, şenlikler, imeceler veya uzun yayla yolculukları sırasında söylenirler. Günay, 1976; 73. İki grup veya iki kişi tarafından ortaya konulur. Önce yedi heceli manzum söz söyler. Bu manzum parça, genellikle iki dize olmakla beraber, üçlük, dörtlük hatta bent şeklinde de olabilir. Karşı taraf, ilk şekle uygun tarzda cevap vermek zorundadır. Şairlerden biri cevapsız kalıncaya kadar türküye devam edilir. Cevap veremeyen tutulmuş mat olmuş sayılır. Karşılaşma çok uzun sürer ayakta daralma olursa, buna “Türkü çıkmaz yola düştü.” denir. Kazmaz, 1976; 17 Bu durumda şairlerden birisi ayağı değiştirir, türküye devam edilir. Atma türküler yapılarına göre iki, üç, dört dizelik ve diyalog şeklinde olmak üzere dörde ayrılır. Elimizdeki iki Trabzon türküsü ise, 7 heceli maniler şeklindedir No. 71, 2598. Maniler kız ve erkeğin karşılıklı birer mani söyleme esasına dayanmıştır. 2. Bentlere bağlantı getirilen türküler TRT Repertuarında kayıtlı türkülerden pek çoğu üçlüklere iki dizeden oluşan bağlantı sözlerinin getirilmesiyle vücut bulmuştur. Trabzon türkülerinin içinde üç tanesi söylediğimiz tarzdadır No. 1019, 1154, 2814 Bunları kafiye düzeni aaa-bb, ccc-bb, ddd-bb şeklindedir. 3. Koşma tipinde söylenmiş türküler Türkülerin bir kısmı koşma tipi şiirlerden oluşur. Bunların büyük çoğunluğu âşıklar tarafından ortaya konulmuştur. Nitekim iki türküde Kerem No. 984 ve Sefil Emrah No. 2783 mahlasları türkünün bünyesinde muhafaza edilmiştir. Bu tip şiirler genellikle -ilk dörtlüğün kafiye düzeni farklı tarzda olmakla beraber- abab, cccb, dddb şeklinde kafiyelenirler. Elimizde bu tarzda söylenmiş altı türkü bulunmaktadır No. 140, 304, 984, 1025, 2769, 2783. Herhangi bir bağlantı almamışlardır. Ancak birkaçında ikinci dize ve dördüncü dizelerde yukarıda işaret ettiğimiz nida sözleri getirilmiştir. B. Hecelerine göre türküler Trabzon yöresi türkülerinin tamamı millî veznimiz olan hece vezni ile söylenmiştir. Bunlar da yedi, sekiz ve on bir heceli örneklerdir. 1. Bentleri yedi hece olan türküler Genellikle Karadeniz yöresi türkülerinin bilhassa Trabzon türkülerinin manilere dayandığı bir gerçektir. Repertuardaki 62 türkü içinde 53’ünün manilerle vücuda getirildiğini söylersek, konuyu daha iyi vurgulamış oluruz. Maniler, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi daha ziyade abcb tarzında ve on bir heceli şekillerdir. 2. Bentleri sekiz hece olan türküler Anonim halk şiirinin önemli bir cephesini oluşturan manilerin bir kısmı sekiz hecelidir. Sekiz heceli maniler daha ziyade Ramazan ve Seymen manilerinde karşımıza çıkar. Bu yörenin türkülerinden yedi hecenin dışında bir tane de sekiz hece esasına dayalı mani tarzında söylenmiş türkü bulunmaktadır. Bu da repertuarda İşte Geldim Ekim Büküm Ramazan Manileri adıyla geçmektedir No. 2599. 3. Bentleri on bir hece olan türküler İncelemelerimiz sırasında gördük ki, Trabzon yöresi türkülerinde hakim olan ölçü, yedi hecedir. Nadiren de olsa on bir hece ile söylenmiş şekiller de vardır. Bu da yörede âşık tarzı şiir geleneğinin pek yaygın olmadığını göstermektedir. B. KONULARINA GÖRE TÜRKÜLER Türküler genel olarak konularına göre çok çeşitlilik gösterirler. Bunlar hakkında ayrıntılı bilgiyi bir başka çalışmamda verdiğimden burada tekrarlamak istemiyorum. Kaya, 1999; 176-210. Burada üzerinde durmak istediğim husus doğrudan doğruya Trabzon türkülerinde hangi konuların işlendiğidir. Görebildiğimiz türküler içinde, aşk-sevda, gurbet, dert-acı, hasret, savaş ve balıkçılık gibi konuların işlendiğini müşahede ettik. Ancak şurasını söylemeliyim ki, 62 türkünün içinde 57’si aşk konulu, diğer beş şiirin her biri bir konudadır. İnceleyemediğim diğer türküler de bu çalışmaya dahil edilse dahi bu orantının değişeceğini pek sanmıyorum. Gerçi bütün yurt baz alındığında da aşk türkülerinin en fazla oranda söylendiği bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Ne var ki, bu türküler içinde tören, meslek, askerlik, eşkıya, mizahî, yergi, ölüm, seferberlik türküleri gibi daha pek çok konuda söylenmiş türkülerin de olduğu ve bunların küçümsenmeyecek bir oranda olduğu görülecektir. Bu derece ezici bir oranda aşk türkülerin çok oluşu oldukça dikkat çekicidir. Acaba, aşk konusunun bu derece yoğunlukta işlenmesinin sebebi nedir? Bu, bize göre yöre insanının başta sosyolojik ve biyolojik özellikleri olmak üzere birkaç cepheden incelendikten sonra aydınlığa kavuşturulabilir. C. EZGİLERİNE GÖRE TÜRKÜLER Türkülerin hangi yöreye ait olduğu -her ne kadar söyleyenleri önemli ise de- ezgilerinden anlaşılır. Az-çok bu alana ilgi duyan her insan, il bazında olmasa bile, hangi türkünün hangi yöreye ait olduğunu aşağı yukarı tahmin eder. Meseleye türkülerin ezgisi açısından baktığımızda, Anadolu’nun diğer yörelerinde olduğu gibi Trabzon yöresi türkülerinin de kendisine has bir tavrının olduğunu görürüz. Şurasını hemen belirtelim ki, yöre türkülerinin en belirgin vasfı 7 zamanlı ritme sahip oluşlarıdır. Trabzon yöresi türkülerinin iki belirgin cephesi vardır. Birincisi; oldukça hareketli parçalardan oluşmaları, diğeri de buna bağlı olarak birçoğunun türküdeki dizelerin bıçakla kesmiş gibi aniden yarıda kesilmesidir. İnceleyebildiğimiz 62 türkünün usulleri ve sayılarının dağılımı şu şekildedir 2/4’lük 8, 4/4’lük 20, 5/8’lik 6, 7/8’lik 15, 7/16’lık 1, 9/8’lik 2, 9/16’lık 2, 10/8’lik 6, 12/8 ve 9/8 şekilde iki usulde 1 türkü bulunmaktadır. Ritmi oldukça yüksek olan bu türkülerde heceler vurgulu ve coşkulu olarak terennüm edilirler. Kemençe eşliğinde adeta soluk almamacasına art arda getirilen sözler neredeyse söyleyenlerin nefesini tıkayacak gibi olur. Sözgelişi, Ayna Ayna Ellere 400, Çayeli’nden O Yani 2441, Kuko Daldan Aşağı 3126, Kapısının Önünde Yeşiller Pazilari 3128 gibi türkülerde karşımıza çıkan bu durum, coşkun ve baş edilemeyen hızlı Karadeniz dalgalarının yalçın kayalıklara çarpıp hızının kesilerek karara varmasını hatırlatmaktadır. Kemençe eşliğinde çalınıp söylenilen türkülere, Karadenizliler, el ele kenetlenip horon tutarak eşlik ederler. Horon tutanlar da tıpkı su birikintilerine boncuk boncuk, kıpır kıpır düşen yağmur damlaları gibi enerjik, hareketli ve ahenklidir. Bu estetik yapının ortaya çıkmasında elbetteki türkülerin ve bir o kadar da Karadeniz halkının karakteristik vasfının ezgi ve oyunla bütünleşmesinin rolü büyüktür. Sonuç Bütün bu bilgilerden sonra, Trabzon türkülerinin özelliklerini şu başlıklar altında toplayabiliriz 1. Çoğunluğu manilerle bir kısmı da koşma tarzı olmak üzere dörtlükler halinde söylenmiştir. Ancak bazılarına iki dizelik yahut da doğrudan doğruya bir mani bağlantı olarak getirilmiştir. 2. Bazıları karşılıklı atma türkü ya da atışma türkü dediğimiz tarzda ortaya konulmuştur. 3. Dizelerin başında, sonlarında, aralarında veya bentlerin sonunda canım can da gel gel aman, ey aman aman aman yarim aman aman, ey amman ey, of of, oy, vay vay sürmelim vay gibi nidalara yer verilmiştir ve bunlar bendin yapısını bozacak hüviyette değildir. 4. Her ne kadar söyleyenleri belli değilse de bazılarında Kerem ve Sefil Emrah gibi mahlaslara rastlanılmaktadır. 5. Vezin olarak yedi, sekiz ve on bir hece ile söylenmişlerdir. Yedi ve sekiz heceliler manidir. Az sayıda olan on bir heceliler ise genellikle koşma tarzında söylenmiş türkülerdir. 6. Aşk-sevda, gurbet, dert-acı, hasret, savaş ve balıkçılık konularında söylenmiş olmakla beraber büyük çoğunluğu aşk konuludur. 7. Ezgi itibariyle ritmi oldukça yüksek, hareketli ve çoğunluğu 7 zamanlıdır. TRT Repertuarındaki Trabzon Türkülerinin Listesi Rep. No-Ezgi Adı-Derleyen 71 Şapkamın Tereği Düz Mustafa Hoşsu 119 Derenin Kenarına Sereceğim Kilimi Ahmet Yamacı 140 Kahveciler Kahve Koyar Fincana Ahmet Yamacı 161 Tarlaya Ektim Soğan Ahmet Yamacı 177 Mayıs Ayı Gelende Ahmet Yamacı 184 Bel Bağımın Tokası Ahmet Yamacı 187 Böyledir Yar Böyledir Ahmet Yamacı 193 Yaylanın Çimenine Kuzu Yayılır Nejat Buhara 304 Ben Bir Yarin Bakışına Mailem Muzaffer Sarısözen 382 Ah Dağlar Serin Dağlar Muzaffer Sarısözen 400 Ayna Ayna Ellere Muzaffer Sarısözen 527 Gemiciler Kalkalım Muzaffer Sarısözen 984 Bir Yiğit Dünyada Keleş Gezende Muzaffer Sarısözen 1025 Engeller Koymuyor Yar Sana Varsam Muzaffer Sarısözen 1154 İstanbul’unTrabzon’un Etirafı Meteris Muzaffer Sarısözen 1241 Tel Sarı Zülüf Sarı Muzaffer Sarısözen 1284 Dumanım Derelerde Ahmet Yamacı 1508 Gemiler Giresun’a Muzaffer Sarısözen 1533 Dirvana Vurdum Uçti Cemile Cevher 1535 Hasta Oldum Derdune Cemile Cevher 1640 O Sarı Çemberuni Azize Tözem 1645 Oynayın Kız Oynayın Derule Cemile Cvher 1673 Terazi Tartayurum Cemile Cevher 1738 Maçka’nın Yolu Taşlık Ahmet Yamacı 1796 Sabahtan Kalkar Kızlar Cemile Cevher 1860 Anam Vay Olsun İst. Bel. Kons. 1892 Maçka Yolları Taşlı İst. Rad. Müd. THM Şb. 1919 Ezelidir Deli Gönül Ezeli Muzaffer Sarısözen 2130 Yeni Yaptım Evimi Kasım Gürsoy 2131 Gülhanım dedikleri Gız Sen misin Kasım Gürsoy 2132 Dere Sürer Gazeli Kasım Gürsoy 2142 Kazma Vurdum Çimene Kasım Gürsoy 2149 Ağısar Dereleri Yücel Paşmakçı 2328 Oy Benum Sevduceğum Ahmet Yamacı 2355 Yayladım Koyunu Muzaffer Sarısözen 2365 Yol Gider mi Gider mi Bizim Büyük Limana Cemile Cevher 2441 Çayeli’nden O Yani Mehmet Özbek 2596 Divane Aşık Gibi Dolaşırım Yollarda Cemile Cevher 2599 İşte Geldim Ekim bükümRamazan Manileri Cemile Cevher 2769 Bir Oda Yaptırdım Hurma Dalından Ank. Devl. Kons. 2783 Ötüyor Bülbüller Gelmedi Bağban Ank. Devl. Kons. 2814 İki de Bülbül Bir Derede Ötüşür Ank. Devl. Kons. 2907 Atma Beni Yabana Volkan Konak 2934 Fincanı Taştan Oyarlar Ank. Devl. Kons. 2935 Garşıdan Gel Göreyim Ank. Devl. Kons. 2944 Islandı da Ötmeyi Kemençemun Telleri Ank. Devl. Kons. 2975 Yanyana Oturalım Konak Volkan Konak 3037 Karşı Beri Mezere Erkan Sürmen 3099 Gız Sana Demedim mi Şenel Önaldı 3125 Anam Beni Vay beni Volkan Konak 3126 Kuko Daldan Aşağı Volkan Konak 3127 Asmam Senin Dalından Volkan Konak 3128 Kapısının Önünde Yeşiller Pazilari Volkan Konak 3129 Soğuk Soğuk Akayi Volkan Konak 3217 Derenin balıkları Tuttu Ortalıkları TRT. Müz. Da. Bşk. 3268 Çayırım Çayırım Kuş Oldum Uçayırım Erkan Sürmen 3501 Duman Aldı Dağlara Ben Kaldım Yaylalara Da. Bşk. 3535 Bizim Yayla Düz Gibi İbrahim Can 3536 Otur da Konuşalım Senin ile Azacuk İbrahim Can 3559 Bizim Köyün Kızları Bakarlar Aynalara TRT Müz. Da. Bşk. 3562 Silme Gözyaşlarımı da Gözlerimde Kurusun TRT Müz. Da. Bşk. 3608 Ormanda Alacalar Işık Başel Kaynakça GÜNAY, Turgut, 1976, Doğu Karadeniz Bölgesinde Atma Türkü Geleneği, I. Uluslar arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. II, Ankara. KAYA, Doğan 1999, Anonim Halk Şiiri, Ankara. KAZMAZ, Süleyman 1976, Rize Halk Şairleri, Ankara. ŞENEL, Süleyman 1994, Trabzon Bölgesi Halk Musikisine Giriş, İstanbul. *Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu, Trabzon, 3-5/5./2001. En çok sevdiğiniz türkü hangisi diye sorsak, eminim herkes farklı farklı türkü isimleri söyler. Benim için de Mağusa limanı türküsü o türkülerin başında gelir. Dinlerken kesinlikle yaşanmışlığı vardır dediğimiz bu türkünün hikayesini sizin için araştırdık ve bizi üzen o hüzünlü hikaye ile karşılaştık. Mağusa Limanı Türküsü HikayesiMağusa, jeopolitik konumu oldukça önemli olan Kıbrıs’ın, en önemli liman kentlerinden birisidir. Takvim yaprakları 1943 senesini gösterdiğinde Kıbrıs henüz kuzey ve güney olarak ikiye ayrılmamışken yaşanır bu hazin Limanında Hamal Olarak Çalışan Arap AliMağusa limanında hamal olarak çalışan ve teninin esmerliğinden dolayı Arap lakabını almış, Arap Ali’nin hikayesidir bu. Genç yaşta evlenen ve birde çocuğu olan, güçlü, kuvvetli bir delikanlıdır Arap Ali. Ali Hemen hemen her akşam işini bitirdikten sonra çalıştığı limanın hemen yakınında bulunan bir meyhaneye gider ve orada günün yorgunluğunu atmak için bir şeyler içer ve evine LimanıYine bir akşam Ali iş çıkışında meyhaneye gitmiş. Bu sefer girdiğinde meyhanede bir uğultu kahkaha ve saygısız tavırlar sergileyen İngiliz sömürgesine ait 7 Hint askerlerini görmüş. Bakışlarını askerlerin üzerine odaklayan Ali’nin bakışlarından rahatsız olan Hint askerleri Ali’nin üstüne yürümüş ve beklemedikleri şekilde Ali’den dayak yiyerek meyhane den ayrılmışlar. Ve bu olay o gece tüm Kıbrıs’a yayılmış. Arkadaşları bu olaydan sonra Ali’ye hemen buraları terk et bunlar seni rahat bırakmaz şeklinde telkinde bulunsalar da Ali’nin kaçmak hiç aklında dahi değildir. Gitmesi gerekenin onlar olduğunu söyleyen Ali içkisini içmeye devam Süngü Takan 7 Hint AskeriErtesi gün Ali yine iş çıkışında aynı meyhaneye gider ve bu sefer meyhanede farklı bir atmosferle karşılaşır. Tüfeklerinde süngü takılı olan aynı 7 Hint askeri onu bekliyordur. İçlerinden bir tanesi Ali’ye doğru hamle yapar. Ali gelen ilk askeri yumrukla yere indirir, fakat kalan 6 askerin süngü darbelerine dayanamaz. En son öfkeli bir şekilde Ali’nin yumrukla yere indirdiği 7. askerde Ali’ye süngüsünü saplar. Hızlıca kan kaybetmeye başlayan Ali’yi 7 Hint askeri sürükleyerek ibreti alem için Mağusa limanına götürür. Ve orada bırakırlar olayı öğrenen Ali’nin eşi hızlı bir şekilde limana doğru koşar ve kanlar içerisinde olan Ali’nin başına ağzından o son sözler dökülür. “iskeleden çıktım yan basa basa Mağusa’ya vardım kan kusa kusa. Mağusa limanı, limandır liman, beni öldüren de yoktur din iman”. Sözleri çıkar ve Ali o dakika canını teslim eder. Ali’nin eşi ise “uyan alım uyan uyanmaz oldun yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun” der. Bu sözleri duyup etkilenen çevre halkı ise bu sözlerden türkü Karadeniz Türküsünün hikayesini Okumak İçin Limanı SözleriMagusa limanı, limandır liman, amman ammanMagusa limanı, limandır liman, amman ammanBeni öldürdende yoktur din imanBeni öldürdende yoktur din imanUyan Alim uyan, uyanmaz oldunYedi bıçar yarasına dayanmaz oldunUyan Alim uyan, uyanmaz oldunYedi bıçar yarasına dayanmaz oldunİskeleden çıktım yan basa basa, amman ammanİskeleden çıktım yan basa basa, amman ammanMagusaya vardım, kan kusa kusaMagusaya vardım, kan kusa kusaUyan Alim uyan, uyanmaz oldunYedi bıçar yarasına dayanmaz oldunUyan Alim uyan, uyanmaz oldunYedi bıraç yarasına dayanmaz oldunMagusa Limanı’ndan aldılar beni, aman amanMagusa Limanı’ndan aldılar beni, aman amanÜç mil uzağına attılar beniÜç mil uzağına attılar beniUyan Alim uyanUyanmaz oldunYedi bıçak yarasınaDayanmaz oldunUyan Alim uyanUyanmaz oldunYedi bıçak yarasınaDayanmaz oldun…instagram hesabımızı ziyaret etmeyi unutmayın. TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ Gevenes Köyü'nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa'nın en yakın arkadaşıdır. Bu ikili her akşam köy kahvesinde ''dama'' maçı düzenler, iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvehanedekiler tarafından ilgi ile izlenir. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ''Sarı Memet'' lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü'nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan'a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, ''Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem'' diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, ''Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et'' der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasını bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurmuştur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi'ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey'e, ''Babamın selamı var, bu adamı iyileştir'' diye yalvarır. Doktor Veli Bey, ''O ölecek, önce senin kolunu saralım'' diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak, ''Ben ölüyorum, hakkını helal et'' dedikten sonra can verir. Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü'nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI'dır... TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ Kütahya nın pınarları Kütahya'nın Pınarları Bundan 100-120 yıl önce Kütahya'da bir ailenin genç yakışıklı, sözü dinlenir, temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel, boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu, ele, avuca sığmadığı için arkadaşları ona "deli düve" ismini vermişlerdi düve buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş. İşte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç, deli düveyi ailesinden ister, fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez, bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar. Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar "kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız, kocanın da gözlerini kör ederiz" diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar, onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar " Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım" der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına "biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin" derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar. türkü sitesi - TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ hem okudum hemi de yazdim Hem Okudum Hemi de Yazdım Hem okudum hemi de yazdımYalan dünya senden bezdimDağlar koyağını gezdimYiten yavru bulunur muYavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum' Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, Yaşar ÖzürkütÖyküleriyle Türküler 3İstanbul, 2002 türkü sitesi - TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ misket MisketMisket, ufacık tefecik bir elma türü... Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı. Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe...Ankara'nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı... Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de. Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına. İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe, Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç, ''misket'' diyor Huriye' ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında. Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye'yi istetiyor. Babası, ''Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister. Annesi, Huriye'nin ağzını arar, fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp, Osman Efe'nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe' Efe, çılgına döner. Kır Ağa'ya haber gönderir, ''Kendini sever, sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz'' der. Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım'' diye...Kır Ağa, ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir. Tabii haberi götürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa'ya, Kır Ağa Osman Efe'ye kinlenir. Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne, yoları gözlüyor. Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun'' diyor. Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa' da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor. Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık. Gözleri Osman'ın arıyor, göremiyor. Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor. Osman Efe, sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan. Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü ÖzürkütTürkülerin DiliAnkara Kültür Kurumu YayınlarıStockholm 1987 türkü sitesi - TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ manda yuva yapmiş söğüt dalina Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türküsü'nün Hikayesi Hakkında değişik rivayetler vardır. Birisinde bir sohbet esnasında iki aşık asında yarışma seklinde sözler meydana çıkmıştır, ikinci rivayet ise şudur "Eskiden Tosy a halkı ticaret maksadı ile sürekli olarak saz dağını aşarak Çankırı tarafında "Öteyüz" denilen yöreye giderlermiş. Ekonomik ilişkilerinin yanında bu bölge ile sosyal ilişkilerde de gelişme görülür. Bu yüzden oyunda Karadeniz Bölgesinden ziyade İç Anadolu Bölgesi'nin etkisi görülür." Rivayetimiz şöyle "Aşığın biri Öteyüz'e giderken Fazlı isminde bir çobanla karşılaşır. Çoban orada sığır otlatmaktadır. Aşığı elinde saz ile görmüştür. Kendisi de yalnızlıktan canı sıkılmıştır. Aşığı yanına çağırır, kedisine bir şeyler çalmasını ister. Aşık pekala der, fakat aklına çalacak bir şey gelmez. Tam o esnada aşık vatandaşın birisinin öküzleri ile beraber çift sürmeye gittiğini görür." Bundan esinlenerek Sabahleyin erken çifte giderken, Öküzüm torbadan düşmüş gördün mü? Amanın Fazlım. Daha sonra sığırların içerisindeki mandaya gözü takılır. Manda yuva yapmış söğüt dalına, Yavrusunu sinek kapmış gördün mü? Amanın Fazlım. Dönüşte bir sohbet esnasında bu durumu dile getirir. Halk arasında hikaye şeklinde söylenir. Musiki Cemiyetinin kurulmasından sonra Hakkı Berber bu sözleri toplayarak bir araya getirir İsmail Okur Nayıpoğlu’da tiridine bandım nakaratını ekleyerek bestesini yapar. Mustafa Başefe Akçak ve arkadaşları da bunu oyuna dönüştürerek folklorumuza kazandırırlar. O günden bu güne çalınır, söylenir, oynanır. Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türküsü'nün HikayesiManda Yuva Yapmış Söğüt Dalına Türküsü'nün Hikayesi TÜRKÜLER VE HİKAYELERİ kesik çayi biçilir mi ? Kesik Çayır Biçilir Mi?Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına valisi o yıl Meram'da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin, Mevlevi dedeleri Meram'daydı, çelebiler hepten Meram'daydı. Ve Vali paşanın yâveri, genç yâveri Meram'dan çok az inerdi Konya'ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü "Dutlu"dan Meram'a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu. "Sırtıma sepken yağıyor." "Yanuben yorgun gelirim."demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya'yı. Ama Konya'dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram'a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konaya'lı bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti. Konya'nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü. Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında "Günaydınlar" getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir "Ben" vardı ebabil gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram'ın o ördekbaşı ve şili çayırları o "incecik" çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmıya çalıştı. Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı. Derken efendim, Dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yâver öldü öldü Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, Ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya efendim, yâver "Haydi hoşçakalasız" diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına. Derken efendim, yâver "gidem" dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru "Konyalı" yı çağıraraktan yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını "incecik" çayırların üstünde vali paşa, yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü."İnce çayır biçilir miSular ayaz içilir miBana yardan vaz geç derlerYâr tat'lolur geçilir mi"Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. "İnce çayır biçilir mi?" Biçtiler bile."Aman ben yandım, paşam ben yandım,Ellerin köyünde vuruldum kaldım."Kaynak Kamil UĞURLU Bir Konya Türküsünün Doğuş Hikayesi Türk Folklor Araştırmaları-Kasım 1963 1. Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri Türkiye’de Türklerin varlığı ile ilgili ilk bilgiler 3000 yıllarına kadar inmektedir. Hattuşaş’ta bulunan III. bin yılın sonlarına, 2200’lere ait bir belgede Türkiye’de Türklerin bulunduğu, kralları İlşu Nail’in Anadolu’ya girmek isteyen Akkadlarla savaştığı kaydedilmiştir. 2200’lerde Akkad İmparatoru Naram-Sin Anadolu’ya bir sefer düzenlemiştir. Bu sefer ve savaşlar, “Şartamhari Metinleri” adıyla bilinen yazılı raporda anlatılmaktadır. Metinde Akkad imparatorunun Anadolu’daki Hatti Kralı Pampa’nın önderliğindeki 17 şehir devletinin oluşturduğu birliğe karşı savaşması anlatılmaktadır. Metnin 15’inci satırında Türki Kralı İlşu-Nail’in de bu birlik içinde yer aldığı kayıtlıdır. Şartamhari Metinleri Hattusaş arşivinde ele geçirilen metnin kopyası KBo III, 13 metin şöyledir [ilk 7 satır kopuk] 8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler, 9. Gaşua kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu, 10. Ulluwi kralı Lupanailu sonra ... kralı ... İnmipailu, 11. Hatti Kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani ... kralı Nur-Dagan, 12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki, 13. Armanu kralı Mudakina, Sedir Dağları kralı İşgippu, 14. Larak kralı Ur-Larak, Nikku kralı Ur-Banda, 15. Türki kralı İlşu-Nail, Kuşaura kralı Tişkinki, 16. Toplam on yedi kral ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum, 17. Hurrilere karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra Tanrılara şarap takdim ettim, 18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavenet etmedi Memiş; “Orta Doğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”, naklen. Bu metin, Hititçe ve Hitit çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu metin Güterbock tarafından 1938’de yayımlanmıştır. Güterbock; Karadeniz’in Güneyinde İlk Türk Kavimleri a. Kutlar / Gutlar 2500 yıllarında Mezopotamya’nın kuzeyinde hüküm sürmüş Kutların Türkçe konuşan bir kavim olduğu konusu bilim dünyasının aydınlattığı bir gerçektir. Kut kavminin Türk kökenli olduğunu ünlü Sümerolog Prof. Benna Landsberger, 1937’de yapılan Tarih Kurultayı’nda ATATÜRK’ün huzurunda açıklamıştır. Landsberger, ölüm yılı olan 1968’e kadar bu konuyu geliştirmeye çalışmış, konu ile ilgili olarak dersler ve konferanslar vermiştir. Kut dili ile Eski Türkçenin bağlantısı üzerinde çok emek harcamış, devrinin önemli bilim adamları olan A. von Gabain ve László Rásonyi’nin de onun görüşlerine katıldığı anlaşılmaktadır. Landsberger, Anadolu’da yaşamış Gutium yahut Kutium milletinin Kutlar olduğunu, bu kelimenin Akatça nispet eki -ium aldığını belirtmiştir. Kütahya ilimizin eski kaynaklardaki ismi Kutium’dur. -ium’un Akatça nispet eki dikkate alındığında adı geçen şehrimizin kurucusunun Kut/Gutlar olduğu açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Kutlara ait yazıtlardan anlaşıldığına göre kağanlarının adlarının Yarlagan, Tirigan, Şarlak /Çarlak, El-ulumuş, İnim-bakaş oluşu, onların Türk milletinin bir parçası olduğunu aslında şüpheden uzak tutmaktadır. Kutlar B. Hrozny’ye göre Hazar denizinin güneydoğusunda, Türkistan’da oturmakta iken daha sonra 2500-2400 yıllarında Hazargölü çevresinden batıya doğru göçmüşlerdir. Kutlar 2500 yılından sonra Akkad’ın Samî Krallığı’nı yıkıp Mezopotamya’da 125 yıl hüküm sürmüşlerdir. M. A. Beek ise onların Kerkük ve çevresinde yaşadığını bildirmiştir. Doğudaki dağlarda yaşayan Kut/Gutlar, 2300’lü yıllarda Mezopotamya’ya saldırıp büyük tahribatlar yapmışlardır. Bu saldırılar sırasında temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının büyük oranda yükseldiği, asayişin bozulduğu tarihî kaynaklarda bir ayrıntı olarak yer almaktadır. Pek çok bilim adamı tarafından Kutların 2260-2223’ten sonra Dicle ırmağının kuzeyine doğru göçtükleri iddia edilmektedir. Daha önce İran’daki Zağros dağlarının eteklerinde yaşayan Kutlar, 2150’de Akad İmparatorluğu’nu yıkmışlar ve Anadolu’da hâkimiyeti ele almışlardır. Bizans İmparatoru Mihail 1042’de İstanbul’dan doğuya doğru sefere çıkar, Gutların memleketini tâbiyeti altına sokar. Bizans İmparatoru Diojen, Alparslan’ın ordusunu karşılamak üzere Malazgirt’e giderken askerlerinin arasında Gutlar da bulunmaktaydı. Kutçadan kalan kişi, tanrı, yer adlarını ve cins isimlerin yapısını ve köken bilgisini Sümerolog Kemal Balkan tahlil etmiş ve Türkçe ile Kutçanın bağlantısını ortaya koymuştur. 400’de şimdiki Ordu ilimizin ismi Kotyora olarak kaydedilmiştir. Bu ismin hangi tarihte bu şehre verildiği belli değildir. Ancak 400’den önceleri de şehrin bu isimle bilindiği anlaşılmaktadır. Bu isim büyük bir ihtimalle kot kut yorası yöresi kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş olmalıdır. I. yüzyılda Plinius bu şehri yine aynı isimle kaydetmiştir. Trabzon’da bulunmuş 483 tarihli bir onarım kitabesinde, onarıma yardım edenler arasında Gutlar da sayılmıştır. Bu bölgede Kut isminin Kot biçiminde söylendiği ve kayıtlara geçtiği, Kutlara ait bir ölçü birimi olan kot ve Komar/Kumar boyunda da görülmektedir. Bu, Yunan alfabesinde “u” sesinin olmayışından kaynaklanıyor olsa gerektir. Çaykara’ya bağlı Demirli köyünün eski ismi Kotu’dur. Araklı ilçesi Turnalı, İyisu, Pervane köylerinin ortasındaki tepenin ismi Kudula’dır. Trabzon’un yaylalarından birinin adı Kuti’dir. 1455’te Ordu’da Kutlucalu, Kutlulu Bolaman, Kutlulu Bozat adlı karyeler bulunmaktadır. Çorum’da Kutigin, Tokat-Sonisa’da Kutlu, Karahisâr-i Şarkî’de Kutluca, Canik’te Kutluca Baba, Kutlucaviran Reşadiye, Bayburt’ta Kutlulapa, Malatya’da Kutludere, Bolu’da Kutluviran, Kutluboğa, Kocaeli’de Kutluca İznik, Kutluca Gebze adlı yerleşim yerleri bulunmaktadır. Artvin, Rize, Trabzon, Erzincan, Bayburt, Kars, Bitlis ve köylerinde altı-sekiz kilo tahıl alan tahtadan yapılmış ölçeğe Kot/Kut denilmektedir. “Kot” kelimesinden türeyen kotar- “bir kaptan diğer kaba yemek boşaltmak”, kotarılma, kotarılmak, kotarma kelimeleri Türkiye Türkçesinde işlek kelimelerdir. Konuyu daha ilgi çekici duruma getiren ise 1069’da aynı ölçeğin bilinmesi; hem Balasagunlu Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde kotur- “boşaltmak”, kotrul- “boşaltılmak”, hem de kut biçiminde Anadolu’da kullanılmasıdır. Trabzon ve yöresinde, kepçeye; hamur ve çeşitli sıvı yiyecekleri karıştırmada kullanılan dört çatallı değneğe; meyve toplamaya ve balık tutmaya yarayan ucunda torba olan sırığa kotal, gıdal, kuteli denilmektedir. Bu kelime kutal, kuteli olarak tarafımızdan yüzlerce kez tespit edilmiştir ve yakında yayımlanacak olan Trabzon İli ve Yöresi Ağızları’nda 3 cilt ayrıntılı olarak işlenmiştir. b. Kaslar / Gaslar Gaslar, Babil Kralı Hammurabi’nin 1750’de ölümünden hemen sonra Babil’e saldırmışlar, ancak başarısız olup geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Dağılan Kaslar Fırat kenarında Ana Hana şehrinde toplanmışlardır. 1677-1100 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm sürmüşlerdir. Yani 1700 yıllarında Türkçe konuşan Kaslar, Mezopotamya’nın kuzeyinde, Anadolu’da yerlerini almışlardır. 1680-1160 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren bir Kassit Devleti bulunmaktadır. Bu devletin krallarından ikisinin adı, I. Kurigalzu, XV. ve XIV. yüzyıllar; II. Kurigalzu, 1343-1321 Kurigalzu’dur. Kas Devleti’nin kağanlarının bazılarının isimleri şunlardır Gandaş, Agum, Abirattaş, Tazzigurumaş, Burnaburiaş, Ulamburiaş, Karaindaş, Kadaşman, Karahardaş, Kudur, Adad, Marduk, Zababa. Harezm’in eski idare merkezinin adı Kas olup Harezm Türkçesinde “çölde duvar” manasına gelmektedir. Bu şehir önemli bir medeniyet merkezi iken IV. yüzyılda siyasî önemini kaybetmiştir. 333’te Yeşilırmak üzerinde, Pers Strabı Ariarates’in idaresi altında olan Gaziura adlı bir şehir muhtemelen Amasya yüzyıllar sonra bu şehirden bahsetmektedir. Ayrıca Orta Karadeniz Bölgesi'nde Gaslarla ilgili üç yerleşim yerinden daha bahsetmektedir Gazacene, Gazira, Gazelonitius. Kaynaklardan anlaşıldığına göre Kasların bir bölümü Anadolu içlerinde iken diğer bir bölümü Altaylar bölgesindedir Kara Balasagun’da bulunan Göktürk alfabesi ile 752’de yazılmış Terhin Kitabesi’nde ve Moğolistan’da Tes ırmağı vadisinde bulunan 750’de yazılmış Tez Kitabesi’nde bu Türk boyunun ismi Kasar biçiminde geçmektedir. Kitabelerden Kasarların bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan Altaylar bölgesinde, Tes ırmağının doğduğu yörelerde oturdukları anlaşılmaktadır. Kasarların bir başka bölümü Hazar denizi çevresindedir. 576’da Göktürk Devleti sınırının Karadeniz kıyılarına ulaşmasından sonra, Batı Göktürk Devleti’nin batıdaki uç noktasını Kasarlar oluşturduğu için Çin kaynaklarında da yerini almıştır. Bizans sınırında yer almaları dolayısıyla Bizans kaynakları da onlardan, bu tarihlerde, sıkça söz etmektedir. Aslında batıya gelen Kasarlar, kendilerinden 558’de Sasanî-Sabar Savaşı’nda söz ettirirler. Hazarlar, VII. yüzyılın ortalarına doğru Göktürklerden kopup müstakil bir duruma gelmişlerdir. yüzyıllar arasında, Hazar denizinin batısında, Don, Volga ve Kafkasya üçgeninde, geniş bir coğrafyada Hazar Devleti’ni kurmuştur. Hazar Devleti’nin kuruluşunun 650 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzyılın ikinci yarısında Gürcistan ve Azerbaycan’a akınlar yaptıkları ve Tiflis’i topraklarına kattıkları bilinmektedir. 626’da Sasanîlerle Avarlar İstanbul’u kuşatmışlardır. Bunun üzerine Bizans İmparatoru II. Konstans Herakleios 641-668, Tiflis yakınlarında Hazar Yabgusu ile görüşmüş, ondan aldığı kişilik bir ordunun yardımıyla Anadolu’yu Sasanî ve Avarlardan kurtarmıştır.* *Hazarların Anadolu'daki varlıkları 600'lü yıllara kadar gitmektedir. Bizans-Sasanî savaşları sırasında Hazarlar Bizans tarafını tutmuş ve onlara askerî bakımdan yardım etmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak Hazar-Bizans dostluğu daha da artmıştır. Bizans İmparatoru II. Justinianus 685-695, 705-711 ve 741-775 Hazar prensesleri ile evlenmişlerdir. ile Hazar Prensesi Çiçek'in oğulları IV. Leon Hazaros 775-780, tarihte Hazar Leon olarak bilinmektedir. İbrahim Kafesoğlu; Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1999, Brook; Bütün bunların doğal sonucu olarak Hazarlar Anadolu içlerine kadar inip yer yer bu coğrafyaya yerleşmişlerdir.* Tiflis ve çevresini uzun süre ellerinde tutan Hazarlar, zaman zaman Karadeniz’in güneyinde de etkili olmuşlardır. Osmanlılardan önce Hatay Kel dağının adı, Yunan haritalarında Kasios, Romalıların haritalarında ise Casius olarak kaydedilmiştir. Hazar denizinin iki ismi vardır. Batılılar Hazar denizine Caspium Kaspium demektedirler. Kelime kökü Kas’tır, -ium ise Akatça nispet ekidir. Türkçe kaynaklarda ise Hazar Kasar’dır. Hem batı dillerinde hem de Türkçede kelimenin kökünün aynı oluşu gerçekten ilgi çekicidir. Durum böyle olunca Kafkasya kelimesindeki “kas”ın kaynağının da Kaslar olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1486’da Maçka’ya bağlı Guzari köyünün isminin Gas/Kasların bir hatırası olduğu düşünülmektedir. Ordu merkez Artıklı köyünün bir mahallesinin adı Gas köyüdür. 1530 yılında kaleme alınan tahrir defterlerine göre Sivas ve Tokat-Kasin, Kara-hisâr-i Şarkî Kasir, Trabzon Kasırcalu, Kemah-Gazgar ve Kasan, Bayburt İspir-Kasalu-viran, Malatya-Kasaba, Kasrik, Gerger ve Kahta-Kasrik yer adları geçmektedir. Bu isimlerin Kaslarla ilgili olabilme ihtimalleri bulunmaktadır. İhtimallerin doğruluğu ileride yapılacak araştırmalarda ortaya çıkacaktır. c. Kurlar/Gurlar Gurların ana vatanının Çin sınırlarında olduğu anlaşılmaktadır. Gurların bir bölümü, bilinmeyen veya tespit edilemeyen bir tarihte, diğer pek çok Türk boyu gibi batıya göçmüşlerdir. Orta Asya’da kalan bölümü daha sonraki asırlarda tarih sahnesinde Uygur Gur > Ugur > Yugur > Uygur ismiyle yer almışlardır. Batıya göçenlerin bir bölümü Fin-Ogurlar olarak günümüzde dünya üzerinde yerlerini almışlardır. Macarların Hungar adına gelene kadar geçirdiği aşamaların şu şekildedir On-Gur > Hungar. Bulgafiiline bağlanması gelenek hâline gelmiştir. Bulgar ismi ise belki de Beş-Gur>Bel-Gur> Bulgar gelişmeleriyle günümüzdeki biçimine gelmiştir. ç. Kimmerler Türk kavimlerinden Kimmerler ve Sakaların 2000’li yıllardan itibaren Anadolu’ya, dolayısıyla Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Ön Asya’nın bilinen ilk Türkleri Kimmer ve Sakaların Karadeniz Bölgesi’nde iskân ettikleri bilim âleminin ortak görüşle kabul ettiği bir gerçektir. VI. yüzyılda Aiskhylos, Karadeniz kıyılarındaki Skythiaları Sakaları tanıtmaktadır. II. yüzyılda Polybios, Historiae adlı eserinde Karadeniz kenarlarında Kimmer boğazından ve İskit yaylalarından bahsetmektedir. Kimmer ve Sakalarla ilgili önemli ve ayrıntılı bilgiler, Atinalı Ksenophon’un 430-355 Anabasis 400-401 adlı eserinde yer almaktadır. Pers İmparatoru Keyhüsrev, kendi lehine savaşması için Yunanlı bir orduyu paralı asker olarak ülkesine çağırır. Keyhüsrev’in ölümüyle sonuçlanan Runaksa Savaşı’ndan sonra bu ordu, Eylül 401-Mart 399’da memleketlerine dönerken Fırat vadisinden Karadeniz’e ulaşır. Trabzon’a ulaştıktan sonra sahile paralel olarak Sinop’a kadar yürürler. “Onbinlerin Dönüşü” adıyla tarihe geçen bu yolculuğu Ksenophon, Anabasis adlı eserinde ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Yunanlı askerlerin maceralarını anlatan eser, Karadeniz Bölgesi’nin etnik yapısıyla ilgili çok önemli bilgiler vermektedir. Ksenophon’a göre Karadeniz Bölgesi’nde bu yıllarda şu kavimler bulunmakta idi Onbinler önce “Taokhlar”ın memleketine gelir. Sonra madencilikleriyle tarihe mal olmuş “Khalybler”i karşılarında bulurlar. Bayburt ovasında ise İskit/Sakalara rastlarlar. Trabzon tarafına doğru ilerlerken Makronlar ile karşılaşırlar. Batıya doğru ilerlediklerinde Kolkhlar, Driller, Massynoikler, tekrar Khalybler ve Tibarenlerin memleketlerinden geçip Sinop’a ulaşırlar. Onbinlerin Karadeniz’e ulaştığı yüzyıllarda ise Trabzon’un doğusunda Bechireler, Ekekheirieler ve Kolkhlar oturmaktaydı. Bu kavimlerin hiçbiri Yunanca konuşmuyordu. Bir başka ifade ile Onbinler, bu kavimlerin herhangi biri ile aynı dili konuşarak anlaşamamışlardır. d. Sakalar / İskitler Sakaların ismi Anabasis’te Skythenler İskitler biçiminde geçmektedir. Onbinler, Taokhlar ve Kaliplerin memleketlerini geçtikten sonra Skythenlerin yurtlarına ulaşırlar. Bahsedilen bölge büyük bir ihtimalle Bayburt ve yöresidir. Çince Se, Sai Sak; Farsça Saka; Yunanca Skythai İskitler; Hititçe Sakas adıyla geçen Saka Türkleri, XII. yüzyıldan itibaren Hazar denizi ile Tanrı dağları arasında geniş bir coğrafyaya hâkim idiler. Saka kelimesi Farsça “göçebe” sözcüğünün eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. VII. yüzyılda Tuna’ya kadar ulaştılar. Daha sonraki zamanlarda topraklarını genişletmeye devam ederek Hindistan’a indiler. Bütün İran’ı ellerine geçirdiler. Böylece Orta Asya’nın büyük bir bölümünde hâkimiyet kurarak bir imparatorluk durumuna geldiler. Sakaların sınırı Karadeniz kıyılarına kadar uzanmıştır. Kurdukları imparatorlukta yönetici kendileri idi. Yönetimleri altında çeşitli milletler bulunmaktaydı. Bunlar arasında İranlılar da vardı. Bu yüzden bazı tarihçiler onları İran kökenli göstermek istemişlerdir. Hâlbuki Orta Asya’da yapılan kazılarda elde edilen bulgular, Sakaların sanat ve dillerinin Türk kültürü ve dilinin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Kazakistan’ın Almaata kenti yakınlarında yapılan kazılarda elde edilen malzemelerden Göktürk alfabesine benzer bir alfabe kullandıkları anlaşılmıştır. Çıkarılan kaplar üzerindeki yazıda “Khan uya üç otuzı yok boltı utıgsa tozıldı Hanın üç oğlu yirmi üç yaşında yok oldu, halkın? adı sanı da yok oldu” cümlesi yer almaktadır. İran destanlarında Afrasiyap, Divânü Lûgati’t-Türk’te Alper Tunga biçiminde adı geçen kahramanın Sakaların kağanı olduğu sanılmaktadır. Alper Tunga’nın ismi Şehname'de İran-Turan savaşının anlatıldığı bölümde geçmektedir. Bu durum aslında şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Sakalar, tarih içinde zaman zaman Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Ksenophon’a göre 400’de Trabzon’a yakın bir yerde yaşamaktadırlar. Onlar, günümüz Türkiye’sinin doğu bölgesinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Sakaların bir boyu olan Phasian/Pasinler ve onların alt kolları olan Orbetler, Pasanlar, Gagavanlar, Kurmançlar, Sahatlar, Çavdarlar ve Şorlar Türkiye’nin doğusunda yerleşmişlerdir. Sakaların boyları Karduklar, Botiler ve Paktuk Türkiye’nin muhtelif yerlerinde iskân etmişlerdir. Yine Türkiye’deki Garzan, Arzan, Guran, Müküs, Albak Akari Hakkari, Zap, Uşani, Botan, Kardak, Kürdek ... yer isimleri ve bu isimlerin bozulmuş biçimleri onların boy, soy ve aile isimlerinin miraslarıdır. Sakaların ilgi çekici bir mirası da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara ve Ankara isminin kaynağıdır. Yakutistan’da da Angara isimli bir şehir bulunmaktadır ve tıpkı Ankara gibi tiftik keçisiyle meşhurdur. Bilâl Ak; "Ankara Adının Kaynağı ve Yeni Bir Yaklaşım" Türk Yurdu, Sayı 176, Nisan 2002, Sakalar, II. yüzyılın sonlarına doğru zayıflayıp yıkılırlar, Hunlar ve diğer kavimlerin arasına karışırlar. Çok az bir kısmı Moğol dönemine kadar varlığını sürdürmüştür. Moğol istilâsı sırasında kuzeye çekilmişlerdir. Günümüzde Moğolistan’ın kuzeyinde yarı bağımsız bir devletleri olan Yakut Türkleri, Sakaların/İskitlerin torunlarıdır. Trabzon çevresinde Sakalarla ilgili en önemli kalıntı, yer isimleridir. Rize’nin güneyinden başlayıp yılan biçiminde doğuya doğru uzayan dağların ismi, Silan Yılan dağıdır. Türkiye Türkçesinde kelime başında yer alan y seslerinin Yakut Türkçesinde s- ile karşılanması hem Yakut-Saka bağlantısını ortaya koymakta hem de bölgede Sakaların varlığı konusunda bize önemli bir ipucu vermektedir. Amasyalı Strobon 21, Geographica adlı eserinde Skydises / İskit dağından bahsetmektedir. Maçka’nın güneydoğusunda yükselen bu dağın adı bugün Kolat dağlarıdır. Heredot’un Karadeniz’in kuzeyindeki İskitler olarak tanımladığı Skolat/Kolatların ismine Kolat dağları olarak rastlamamız oldukça ilginçtir. Ayrıca Kolat/Kolatoğulları aile adı bu yörede hâlâ yaşamaktadır. Artvin Yusufeli Barhal köyünde bir Kolalet Kolat yurdu anlamında Mahallesi Altıparmak köyü Uzun Çalı Mahallesi bulunmaktadır. Çaykara’nın Şahinkaya köyünün eski ismi Şur/Şor; Trabzon merkez ilçeye bağlı Çamoba köyünün eski ismi Potila Sakaların bir boyunun ismi Poti’dir; Arsin’in Yolaç köyünün eski ismi Mukuzi Sakaların bir kolunun ismi Müküs’tür’dir. Bu yerleşim yerlerinin ismi, Saka Türklerinin günümüze kalan mirasıdır. Kardukların İskitlerin bir boyu olduğunu yukarıda söylemiştik. Akçaabat’ın Gardı/Gurdu Mera, Maçka’nın Hortuk Obi Bala ve Hortuk Obi Vasat adlı yerleşim yerlerinin isimlerinin İskitlerin Kardak boyu ile ilgili olduğu tahmin edilmektedir. ORTA VE DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ’NİN TARİHÎ ALT YAPISI TARİH - ETNİK YAPI - DİL - KÜLTÜR Doç. Dr. Necati DEMİR Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, 2005 ___________ Anadolu’da kurulan devletlerin, tarihin hemen her döneminde karşılıklı olarak anlaşmazlıkları olmuştur. Çünkü bu kara parçasının her zaman stratejik önemi görülmüş ve üzerine diğer devletler tarafından hesaplar yapılmıştır. Türkiye’nin yer aldığı bu coğrafya, asırlar boyunca insanların gereksinimleri ve bunları sağlama yollarının, güç denge ve kaynaklarının değişmesine karşın, önemini artırarak korumaya devam etmektedir. Bu coğrafyayı yurt tutan Türkler, daha az ilgi çeken bölgelerde yaşayan uluslara kıyasla daha dikkatli, kendilerini bekleyen tehlikelere karşı daha hazırlıklı ve güçlü olmak zorundadırlar. Bu sadece vatan sahibi olarak özgür ve bağımsız olmanın değil, aynı zamanda yaşamanın ve yaşamı sürdürebilmenin de ön koşuludur. Türkiye’nin konumu nedeniyle dünya üzerindeki önemini etkileyen maddeler alt alta yazıldığı zaman nedenlerin çok olduğu görülmektedir. Siyasî, ticarî, askerî, iktisadî, stratejik ve hatta tarihsel yönlerden üzerinde yaşayanlara büyük olanaklar bahşeden böyle bir vatanda yaşamak gurur vericidir. Ancak, bu olanakları güce dönüştürüp ulusal bilinçle hareket edilmez ise önemi ile orantılı olarak karşıtlarının da olabileceği bilinmelidir. Türkiye, bir tarafta dış güçlere karşı kuvvetli olmak zorunda iken, diğer taraftan eğitim eksikliğinden kaynaklanan sorunlarla da mücadele etmektedir. Ne yazık ki, sonrakiler öncekilerden daha az önemsiz değildir. Bu bağlamda soru şudur Bu vatana göz dikenler mi daha tehlikeli yoksa, üç tarafı denizlerle çevrili bu toprakların hangi zorluklar, çileler ve meşakkatlerle vatan yapıldığının farkında olmadan yaşamak mı? Bu millet bilinen en eski tarihlerden beri yeri gelmiş ordular hâlinde vatanı için cephelere koşmuş, yeri gelmiş kendi toplumsal ve kültürel değerlerini yaratarak bu toprakları vatanlaştırmıştır. Çünkü toprak, bağrında yaşayan insanların dili, dini, yaşam biçimi ve anlayışı, toplumsal ve kültürel değerlerinden üzerine aldıklarıyla vatan olur. Dağların, derelerin adı Türkçe ise, insanlar Türk kültüründen hatıraları ad olarak taşıyorlarsa, işte orası Türk yurdudur. Yüce ATATÜRK’ün 31 Ocak 1923'te İzmir'de eski gümrük binasında halka yaptığı konuşmasında "Buralar kırk asırlık bir ecdat yurdudur." diyerek, Türk kimliği ve Türk tarihine büyük önem vermesi, bu düşünceler ışığında daha iyi anlaşılmaktadır. Evet, Anadolu’nun kırk asırlık Türk yurdu olması önemlidir; ancak, bunun bilincinde olmak da bu gerçek kadar önemlidir. Ulusal bilinç, ulusal kültür varlıklarımızı araştırmak ve belgelerini ortaya koymakla gelişecektir. “Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin Tarihî Alt Yapısı” adlı elinizdeki bu eserin ulusal bilince katkıda bulunacağını umuyoruz. Erdoğan KARAKUŞ Dr. Hv. Korg. ATASE ve Dent. Başkanı Tarihî kaynaklar, yer isimleri, yörede konuşulan Türkçenin özellikleri, mimarî eserler, halk oyunları ve diğer kültür unsurları dikkate alındığında Trabzon ve çevresi, Türkiye’nin Türkleşen ilk bölgesi olduğu anlaşılmaktadır. Turan kökenli Kutlar, Kaslar, Kurlar, Kimmerler, Sakalar, Alanlar, Avarlar ve Komarlar ile Türk kökenli Hunlar, Bulgarlar, Macarlar, Uzlar, Karluklar, Kumanlar/ Kıpçaklar, Kırgızlar ve Peçenekler; Oğuz Türklerinden önce Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne gelip yerleşmişlerdir. Selçuklu Türkleri Malazgirt Savaşı’ndan hemen sonra 1080 yılında Trabzon ve çevresini topraklarına katmış, ancak kısa bir zaman sonra bölgeden geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Selçuklu Devleti zamanında kurulan Saltuklu Beyliği, Dânişmendli Beyliği ve Mengücek Beyliği topraklarını kuzeye doğru genişleterek Karadeniz sahillerine yaklaşmışlardır. Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne yakın coğrafyalarda kurulan Hacıemiroğulları Beyliği, Taceddinoğulları Beyliği, Şebinkarahisar Emirliği, Erzincan Emirliği sınırlarını sürekli Trabzon ve çevresine doğru genişletmişlerdir. Akkoyunlular, Doğu Anadolu Bölgesi’nden kuzeye doğru ilerleyerek Doğu Karadeniz Bölgesi’nin arkasındaki dağlara kadar ulaşmışlar, hatta çeşitli yollarla Karadeniz’in sahillerine inmişlerdir. Sürmene’nin Halanik köyünde Akkoyunluların bir pazarının olması gerçekten ilgi çekicidir. Trabzon ve çevresi, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Trabzon ve çevresi Osmanlı topraklarına katılmadan önce bu yörede yaşayanların çoğunluğunun Hristiyanlaşan Türkler olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. Oğuzlardan önce gelip Trabzon ve çevresine yerleşen Türklerin ağız özellikleri hâlâ korunmaktadır Kelime başında k- ve t- ünsüzlerinin korunması, y->c-, -g->-v- değişmeleri, şahıs zamirlerinin bular, olar, şular biçiminde söylenmesi bunlardan bazılarıdır. İslâmiyet öncesi Türk kültür unsurlarından olan kurt dede motifi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde hâlâ canlılığını korumaktadır. Eski bir Türk yaylı sazı olan kemençe, bölgenin en önde gelen müzik aracıdır. Kaynağı Orta Asya olan serender mimarlık biçimi, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde en az 2400 yıldır bulunmaktadır. Serender mimarlık biçimi ile yapılan ahşap camiler ve ahşap camilerin içinde yer alan motifler ise Türk kültürünün bir ansiklopedisi durumundadır. Doç. Dr. Necati DEMİR Türkiye’de Türk Kavimlerinin Öncüleri 2. Karadeniz’in Güneyinde İlk Türk Kavimleri a. Kutlar / Gutlar b. Kaslar / Gaslar c. Kurlar / Gurlar ç. Kimmerler d. Sakalar / İskitler 1 Taokhlar 2 Kalipler 3 Makronlar 4 Kolklar 5 Drayalar 6 Massagetler / Massyonikler 7 Tibarenler 3. Komarlar / Kumarlar 4. Hunlar 5. Bulgarlar 6. Alanlar 7. Sabarlar / Sabirler 8. Hazarlar 9. Macarlar 10. Uzlar 11. Avarlar 12. Karluklar 13. Kumanlar / Kıpçaklar 14. Kırgızlar 15. Peçenekler 16. Diğerleri 17. Anadolu Selçukluları Dönemi ve Birinci Dönem Türk Beylikleri a. Anadolu Selçukluları b. Saltuklular c. Dânişmendliler ç. Mengücekler 18. İkinci Dönem Türk Beylikleri a. Eratnalılar b. Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti c. Hacıemiroğulları Beyliği ç. Akkoyunlular d. Taceddinoğulları Beyliği e. Şebinkarahisar Emirliği f. Erzincan Emirliği 19. Osmanlı Devleti Dönemi 20. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi a. Yeryüzü Şekilleri b. Akarsular c. İklim ç. Bitki Örtüsü d. Nüfus İKİNCİ BÖLÜM ETNİK YAPI 1. Trabzon Yöresinin Etnik Yapısı a. Kuzey Türklüğü b. Oğuz Boyları 1 Çepni 2 Bayındır 3 İğdir 4 Kınık 5 Salur 6 Yıva 7 Yüreğir ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİL 1. Trabzon Yöresi Ağızlarının Genel Durumu a. Birinci Ağız Yöresi b. İkinci Ağız Yöresi Harita 1 Ağız Araştırmaları iin Trabzon’da Derleme Yapılan Yerler Harita 2 Trabzon İli Ağız Yöreleri Haritası DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KÜLTÜR 1. Kurt Dede ve Tarihî Bağlantısı 2. Horan a. Horan Kelimesinin Kaynağı b. Horanın Coğrafyası c. Horan Giysileri ç. Horanın Temel Kuralları d. Horan Biçimleri e. Yörelere Göre Horan f. Horan Terimleri 3. Kemençe a. Kemençe Kelimesinin Kaynağı b. Kemençenin Coğrafyası c. Kemençenin Yapılışı ç. Kemençe Terimleri 4. Serender a. Serender Yapı Biçiminin Kaynağı b. Serender Yapı Biçiminin Coğrafyası c. Serender Kelimesinin Kaynağı ç. Serenderin Yapılışı d. Serender Terimleri 5. Ahşap Camiler a. Ahşap Cami Yapı Biçiminin Kaynağı b. Ahşap Camilerin Coğrafyası c. Araştırma Yapılan Ahşap Camiler ç. Ahşap Camilerin Yapılışı d. Ahşap Camilerde Öne Çıkan Bazı Motifler ve Tarihî Alt Yapısı e. Ahşap Camilerle İlgili Terimler Sonuç ve Değerlendirme

karadeniz bölgesi türküleri ve hikayeleri